Boris Johnson’un seçim zaferi ile, yeni oluşan Parlamentonun Avam Kamarasında AB’den çekilme oylaması 7 Ocak’ta yapıldı ve ciddi bir oy oranıyla kabul edildi. Her ne kadar Johnson’un Lordlar Kamarası üzerinde daha az etkin olabileceği düşünülse de beklenen “tasarının büyük ölçüde değiştirilmeden” onaylanmış olmasıdır. Böylece yılan hikayesine dönen ve üç başbakan eskiten Brexit 31 Ocak’ta başlayabilir.  Hükumet, ticaret ve Teknik görüşmelerinin daha farklı bir ortamda yapılması için “Brexit” kelimesini kullanmayı da bırakmayı planlıyor.

Aslında Brexit 31 Ocak’ta hemen hayata geçmesi zaman alacak. İngiltere’nin daha tüketmesi gereken on bir aylık bir süreç var ve bu süreç için AB kurallarına uyması ve bütçesini ödemeye devam etmesi gerekiyor.  Ayrılık görüşmelerinde sadece ticaret ve serbest dolaşım değil, standartlardan, güvenlik ve veri alışverişine, balıkçılıktan, finansal hizmetler ile araştırma ve daha pek çok konu ele alınacak ve Komisyon başkanı Ursula von der Leyen’in açıkça belirttiği gibi, bu süreç “çekilme müzakerelerinden daha da zor” olacak gibi görünüyor. 13 Eylül tarihli “İngiltere Neden Brexit dedi” yazımı anımsayanlar için bu durum çok da sürpriz olmayacaktır. Ayrıca İngiltere’nin vermiş olduğu “Brexit sonrası işçi haklarını koruma vaatleri”,” finansal destekleme”, “İngiltere’de yerleşik AB vatandaşlarının hakları” gibi konulardaki sözler elbette müzakere sürecinde oldukça sıkıntı yaratacaktır. Boris Johnson hükumeti, ülkeye AB’den gelen göçmenler konusunda ciddi kontrol ve kriterler koymayı planlıyor ki, bu AB’nin hiç de kabul edebileceği bir durum değil.

Zorlukları ne olursa olsun, B. Johnson halktan aldığı son yetki ile Brüksel’le bir anlaşma yapacaktır. Her ne kadar İngiltere hükümeti, “İrlanda”, “gümrük oranları”, “serbest dolaşımın kısıtlanması”, “göçmen yasası”, “finansal ayrılık” gibi konularında bir taviz vermek istemiyor olsa da buradaki esas önemli konu anlaşma imzalanırken AB’nin ne gibi tavizler koparacağıdır. Tabii olarak İngiltere bunları yaparken, AB ile tüm köprüleri atamaz, her konuda kendi tekliflerinde diretemez ve orta yol ile tüm ilişiklerini iyi şekilde devam ettirmeye gayret göstermek zorunda bunu da unutmayalım. AB, İngiltere’nin ihracatının neredeyse yarısını oluştururken, İngiltere, AB’den neredeyse onda birini almaktadır.

Londra’ya yaptığı ziyarette, Von der Leyen İngiltere ile derin bir dostlukları olduğunu ve İngiltere’ye olan hayranlığını ve yine gelecekte de bu ilişkilerin devamını arzuladığını ifade etti. Ancak gerçekler hiç de o kadar iyi durmuyor. Üçüncü bir ülke olarak, İngiltere ticarete daha az imtiyazlı olacaktır. İnsanların serbest dolaşımı olmadan sermayenin, malların ve hizmetlerin serbest dolaşımı da pek mümkün değil.  AB, sıfır tarifeler ve sıfır kotalarla bir ticaret anlaşması istemesine rağmen, üçüncü bir “sıfır damping” koşulu ekledi. Bu, İngiltere’nin emek, vergiler, çevre ve devlet yardımı gibi alanlarda AB kurallarına uyması gerektiği anlamına geliyor. İngiltere bu kurallardan ne kadar uzaklaşırsa, ihracatının önündeki engeller o kadar fazla olacağı da aşikardır.

Mutabık kalınan siyasi deklarasyon, bir anlaşmaya giden yolda süreçleri belirliyor. 1 Temmuza kadar, balık ve finansal hizmetler ve veri alışverişi için gelecekteki rejimlerle ilgili anlaşmalar öngörüyor. Von der Leyen, bunların düzenleyici bir denklik sistemine güvenebileceğini öne sürdü, ancak bunun tek taraflı olacağını ve herhangi bir zamanda geri çekilebileceğini açıkça belirtti. Burada bir diğer önemli hususta şudur ki, AB liderleri genellikle parlamentolarının kabul edemeyeceğini iddia ederek argümanlar kazanırlar, ancak Bay Johnson’un bu kadar kısıtlı olmadığını bilirler.

Bu yılın sonunun “son başvuru tarihi” olması başka bir soruna neden olmaktadır. B. Johnson’ın istediği türden kapsamlı ticaret anlaşmaları, ulusal ve bölgesel parlamentolar tarafından onaylanması gereken ve genellikle aylar değil yıllar süren “karışık” anlaşmalardır. Bir anlaşma önümüzdeki ocak ayında onaylanacaksa, bu prosedüre tabi olmayan basit bir anlaşma olmalıdır. Bu sadece mal ticaretine işaret eder, hizmetler, güvenlik vb. Ve Johnson’ın İngiltere’nin Avrupa düzenlemelerinden sapma özgürlüğüne sahip olması gerektiği konusunda ısrar etmesi, zaman çizelgesini karşılamayı zorlaştırıyor. İngiltere’nin prensipte ayrışmaya gidebileceğini ama pratikte bunun söylendiği kadar kolay olamayacağını düşünüyorum. Sonuçta, çoğu şirket anladıkları ve hali hazırda uyguladıkları AB kurallarını tamamen yeni bir rejime tercih ediyor.

Bazı bakanlar, başta Amerika olmak üzere diğer ülkelerle ticaret görüşmeleri yaparak Brüksel üzerinde daha fazla baskı kurmayı öneriyorlar. 27 Eylül tarihli “İngiltere- ABD Ticaret Anlaşması İmzalıyor” yazımızda bu konuyu detaylı bir şekilde ele almıştık. Ancak her ne kadar Donald Trump aksini iddia ediyor olsa da Amerikalıların da ticarette bile zorlandığı bir sır değil. Yani bu plan ancak Kanada, Hindistan, Japonya, Kore gibi ekonomilerinde katılmasıyla yürüyebilir.

Published On: Ocak 20th, 2020 / Categories: Uncategorized /

Subscribe To Receive The Latest News

Curabitur ac leo nunc. Vestibulum et mauris vel ante finibus maximus.

Add notice about your Privacy Policy here.