Bugün sizlere insanlık tarihinin “ulaşım” üzerine yaptığı en cüretkâr projelerden birisi olan Eurotunnel yani Türkçe ifade ile “Manş tüneli” projesini anlatacağım.
Manş Tüneli, İngiltere ile Fransa’yı denizden birbirine bağlayan Fransa ve İngiltere ortak yapımı bir demir yolu tünelidir. İşin ilginç yanı bu fikrin taa 1802 yılına dayanıyor olması. Napolyon tarafından da onaylanan ancak süregelen savaşlar nedeniyle bir türlü hayata geçirilemeyen projenin ilk fikir babası bölgede zemin araştırmaları yaparak, zeminin tebeşir kayalarının olduğunu ve tabanında kolayca tünel açılabileceğini düşünen bir Fransız mühendis. İlk kazı çalışmaları ise 1880 yılında başlamış aslında. Ancak günümüzde de toplumsal etkisini devam ettiren İngiliz basını o dönemde bu “cüretkâr” projenin aslında son derece tehlikeli olduğunu yazmaya başlayınca toplumsal baskı ile durdurulmuş. Burada şunu ifade etmek gerekir ki, Sultan Abdülhamid Han’ın boğazda açmayı düşündüğü tünel ile aynı dönemlere denk geliyor. Yani Sultan’ın projesi de o dönemde yapılabilirmiş aslında… Daha sonra 1960 ve 70’li yıllarda tekrar görüşmeler olsa da gerek maliyet gerekse siyasi tereddütlerle bir türlü bitirilememiş. Bu süre içinde tünelin her iki taraftan 2,4 km’lik kısmı ise kazılmış bile.
Manş Tüneli 1986’da tekrar gündeme geldi. Projenin maliyeti Fransız ve İngiliz firmalarından meydana gelen bir şirketler konsorsiyumu tarafından çok sayıda bankadan borç alınarak ve hisse senedi çıkarılarak karşılandı. İngiltere tarafından Dover ve Fransa tarafından Calais’i birbirine bağlayan tünel 50.5 kilometre (31.4 mil) uzunlukta olup, 6 Mayıs 1994’te tünel açılışı yapıldı. Tünelin su altındaki bölümünün uzunluğu 38 kilometredir.
Biz seyahatimize İngiltere’nin gözde sayfiye yerlerinden Eastbourne’dan başladık. Ağaçların arasında müthiş bir doğa içinden seyreden oldukça dar bir yol ile yaklaşık 1,5 saatte tünelin İngiltere tarafına ulaştık. Ancak Londra üzerinden geliyorsanız yine 1,5 saatlik bir yolculuk yaparsınız ama yolunuzun büyük çoğunluğu otoyol. Eğer gezmek amaçlı seyahat ediyorsanız bizim gittiğimiz yolu tavsiye ederim. Çünkü yol üzerinde bugünkü modern İngiltere’nin kuruluşu ile sonuçlanan 1066 yılındaki meşhur Hastings Savaşının yapıldığı yere de uğramak mümkün.
Tünele gitmeden önce gideceğiniz aracın plakasını bildirerek bilet almanız önemli. İçinde kaç kişi olduğuna bakılmadan araç başı fiyat alınıyor. (Gidiş-dönüş 55 sterlin) Tünelin İngiltere tarafında çok güzel ve yeterli bir tesis yapılmış. Sanılanın aksine tesiste hizmet veren firmaların fiyatları kesinlikle bizim İstanbul Yeni Havalimanı ndaki gibi fahiş değil. Sadece döviz bürosunda 1 EURO, 1 sterlinden pahalı satılıyor onun dışında normal sayılabilecek bir fiyat seviyesinde hepsi…
Aracınızla sıraya girdiğinizde, bizim Harem – Sirkeci araba vapuru sistemine benzer bir sıralama ile vagonlara girmeniz sağlanıyor. İngiltere’nin klasik çıkışta pasaport kontrolü yapmama uygulaması burada da var.
Vagon kapalı ancak yeterli aydınlatma ve havalandırma sayesinde klostrofobik insanlar bile rahatlıkla seyahat edebilir. Zaten aracınızın içinde oturuyorsunuz seyahat boyunca… Her ne kadar yaklaşık 35 – 40 dk. Bir yolculuk olsa da WC vb. hizmetler elbette unutulmamış… Genelde denizin altında gittiğinizi bile hissetmiyorsunuz. Bizim Avrasya Tünelinin trenle işleyen halini hayal ederseniz aynısı diyebilirim.
Burada birazda tünelin sosyolojik ve siyasi anlamından da bahsetmek isterim. Gerek Fransa gerekse İngiltere tarafında pasaport kontrollerinde aracınızdan bile inmiyorsunuz. Şeklen bir pasaport kontrolü olsa da o kadar işte… Nakliye araçlarını taşıyan vagonlar ayrı çalışıyor. Ancak ticari taşıma içinde prosedür son derece kolay ve ekonomik. Bu tünel ile zaten AB – İngiltere ticareti sıçrama yapmış. Kısaca ticari olarak Avrupa ile İngiltere sıkı sıkıya bağlanmış birbirine… Sadece ticari olarak mı?
İngilizlerin turizm tercihlerini de değiştirmiş tünel. Arabayla ailece İspanya, Fransa gibi ülkelere birkaç saatlik seyahat ile kolayca ve ekonomik seyahat edebilme imkânı İngilizlerin tatil tercihlerini bu ülkelere kaydırmış. Mesela Türkiye’ye 2018 yılında yaklaşık 2,25 milyon İngiliz turist gelirken İspanya’ya giden turist sayısı bunun 6 – 7 katından fazla. Sadece Paris’e hatta Amsterdam’a giden turist sayısı bile bu rakamdan fazla… Londra – İstanbul uçuşu 3,5 saat ve kişi başı gidiş dönüş en az 250 pound iken, Londra’dan birkaç saatte Paris’e, Amsterdam’a kat be kat daha ucuza ve kolay ulaşmak mümkün…
Brexit sonrası ise bu kolaylık pek mümkün gözükmüyor. Çünkü İngiltere’nin AB vatandaşlarına vize uygulaması bekleniyor ki, uluslararası ilişkiler teamüllerindeki “mukabiliyet” esasına göre AB’de İngiltere vatandaşlarına uygulayacaktır. Dolayısıyla bu tünelin kolaylığı olan araçtan inmeden Londra – Paris veya Londra – Amsterdam seyahati olamayacak. Vize prosedürleri gibi ekstra işler tercihleri ciddi şekilde değiştirecektir. Yine ticari araçlarda da gümrük kontrolleri ve diğer prosedürlerin ortaya çıkacak olması tünelin kullanımını ve dolayısıyla ticari ilişkileri zayıflatabilir.
Dikkatimi çeken bir diğer husus ise İngiltere sanki bugünleri (Brexit) taa 1990’lı yıllarda görmüş olmalı ki, gümrük vb. kontrolleri yapabilecekleri boş alanlar planlanmış. Uluslararası ilişkiler ve diplomasi deyince İngiltere bir “ekol” dür diye boşuna denilmemiş yani…
Sonuçta bu kadar büyük yatırım ile bitirilen tünel, ada Avrupa’sını kara Avrupa’sına fiziki olarak bağlamış bağlamasına ancak İngiltere’de bilhassa kırsal kesim ile orta ve üstü yaş grubundaki “British” ruhunu “European” ruhuna devşirememiş. Globalizmin en büyük argümanı olan “gelişen teknoloji ile artık sınırlar kalmayacak” tezi sanırım burada iflas etmiş oluyor.